Pazartesi

AYDINLIK

Alınan kararlar, verilen sözler ve bireyler. Bu üç faktör ne kadar mühim bir yer teşkil eder hayatımızda. Kimi zaman ihmal ederiz önemini, fakat bir boşluk halindeyken tek bir hata yeter önemini anlamamız için. Çoğu zaman tutmayız sözleri konuşmak kolaydır çünkü… Aldığımız kararların uzun dönem getirilerini göremeyiz. Tecrübeler kimi zaman yetmez. Fakat her ne olursa olsun her zaman geriye bakarız. Kararlarımızı doğru da olsalar sorgularız. Yaşanmamış ilişkileri, alınmamış kararları ya olsaydı diye sorgularız. Kimi zaman da mevcut koşulları zorlarız. Kendi haline bıraktığımızda olmayan şeyleri, bir de kendi gücümüzle arkadan iterek götürmeye çalışırız, istediğimiz duraklara. Değiştiremeyeceğimiz sonuçların, bir gün değişebileceği ihtimali ile yaşar, bunun için suyun aksi yönde gitmeye çalışırız. Resmi büyük haliyle görmeyi başardığımızdaysa anlarız akışın gücünü…
Kayıplar veririz, kimisi sonsuza doğru bir yolculuğa gitmiştir kimisininse kendi tercihidir yitip gitmek. Nihayetinde iki türlü de kayıplar veririz. Kazandığımız kadar kaybederiz. Fakat nedense zaferlerimizden çok kayıpların acısıdır aklımızı çelen. Bu uğurda acımasızlaşırız bile kimi zaman, kırdığımız kalpleri, ezdiğimiz kişileri düşünmeyiz. Kayıplarımız uğruna, ruhlarımızı köreltiriz, içimizdeki sonsuz saf sevgiyi kötülüğün karanlığıyla boğarız. Oysa kaybetmenin de kendi içinde bir rengi vardır. Uzaktan bakıldığında anlamsız görünen soyut resimler gibi, yakınlaştıkça anlam kazanan derin bir niteliği vardır kaybetmenin…
Bir insanı en iyi tanıdığınız zaman onu kaybetmeye en çok yaklaştığınız zamandır aslında. “Yaşamda en önemli şey kazançlarımızı kullanmak değildir. Bunu herkes yapar. Asıl önemli olan kayıplarımızdan kazanç sağlamamızdır. Bu zeka gerektirir; akıllı insanlarla aptal insanlar arasındaki fark budur”. William Bolith’in bu sözü tüm anlattıklarımın bir özeti gibi aslında. Hayatta başarıyı elde eden birçok insana baktığımızda, çoğu birçok kez kaybetmiş, umutsuz görünen bir geçmişe sahiptir.
Hayatlarımız bir resim tablosudur aslında. Elimize tutuşturulmuş sonsuz renk skalası ve bir fırçadır tüm varlığımız. Ruhlara, bedenlere, maddelere sahip olabileceğimizi sanırız sadece. Ne büyük bir yanılgıdır oysaki. Yakın zamanda tanık olduğum bir olayda arkadaşım, çok da güvenmediği bir ilişkinin içinde, evlilik gibi ciddi kurumun düşüncesi içindeydi. Fakat her kavgada ilişkisinin sorgulamasına giriyor ve her defasında karşı taraf kaybediyordu. Geçmişte vermiş olduğu yanlış kararların sorgusu da çabasıydı, fakat bu içimizdeki kaybetme duygusu yok mu her defasında yine bir şekilde güvenmediği o ilişkinin içinde buluyordu kendini.
Hayatın akışına güvenmiyor, her defasında aslında istemediği bir ilişkiyi sürdürmenin çabasına giriyordu. Geçmişiyle geleceği arasında ince bir çizgide yürümeye çalışıyordu. Geçmişte cesur olup alamadığı kararların, tutamadığı sözlerin ve kaybettiklerinin acısının tekrarlanması istemiyordu sadece. Ayakları yere basan kararlar vermek kolay değildi ne de olsa… Tek istediği bir ilişkiye “sahip olmak”tı, öyle ya da böyle birine sahip olmaktı tüm mesele. Çoğumuz için geçerli bir durumdur bu aslında…Veda etmeyi bilmeli insan, kaybederken bile teşekkür etmeli. Hesapsız kitapsız sevebilmeyiz birini, hiçbir çıkar gözetmeden ancak o zaman cenneti hissederiz içimizde ve ne zaman nefretin, kinin, öfkenin esiri olur, karanlığı alırsak içeri o zaman cehennemin içinde, çıkmazdayızdır. Gerçeğin tek bir yolu vardır o da saf sevgidir, aydınlıktır…

Hiç yorum yok:

*